27 Nisan 2012 Cuma

Erguvan Haikuları





Erguvan Haikuları

erguvan rengi
kızın gözlerinde-
karşı kıyıdan

erguvan vakti-
şehrin tepelerinde
sevdalı bulut

erguvani aşk-
rengiyle kokusuyla
İstanbul

akşam güneşi—
erguvanlar parıldar
ah o kıyıda

erguvan ağacı—
meydanın en güzel
anıtı işte

erguvani
bulutlar parça parça
gözlerinde



27 Nisan 2012
foto&haikular : Ayşen Gacan Gülbağ

17 Nisan 2012 Salı

ABCDEFGH



A

adım yabancı
beni çağırışınızda
gelen o değil benim.
adım anlamsız
ben sizin gözlerinize
bakmadıkça.
adım adım değil
benim bilmediğim
bir adım var.


B

bekle beni
bekleyecek bir şeyin
olmadığında.
yolumu gözle
bütün yollar aynı
yere çıktığında.
solduğunda güneşim
ayım açıyor
gecelerde.
bekle beni
elimi uzattığımda
boşlukta.
gördüğümde seni
ekle beni
artı(k) sonsuza


C

cebimde tohumlar
listeler, mendiller
dünya için çekmeceler
cebimde
çakmaklar
yakmak için
yalnızlıklar
banknot halinde
bozdurulamayan


D

deli dedikleri
deli değil ki
bir delik sadece
sızdıran bunca şeyi.
deli dedikleri
görmezden gelmeleri
her şeyi.


E

eğer
verirsem bir şey
al.
alabilirsen


F

farkında mısın
suyun üstündeki
yapraksın.


G

güneş
umuttur gene de
çiçeklerin
başlarını çevirdikleri.


H

haydi kalk
kapa gözlerini görmek için
duymak için kulaklarını
gör duran zamanı
suyundan iç pınarının
anılarının.
haydi kalk
zamanıdır
anılar yakalamanın
her şeyin duyulduğu suskunlukta
kendini duymanın.
işte yeşil bir yaprak
zevk veriyor
sana.


17 Nisan 2012
Ayşen Gacan Gülbağ

16 Nisan 2012 Pazartesi

Pek kısa Öykü





Yakınmaları azalmıştı ; taraçada gezinen iri örümcekler , gün batımında çıkan yakarcalar ... Bitip tükenmez yaz güneşi bütün ihtişamıyla sürüyordu . “Öyle ezici bir sıcak ki az sonra eriyip iki su damlasına yada iki küçük denizanasına dönüşeceğiz” dedi. Sabahın ilk saatlerinde başlayan bu gözü kör eden aydınlık, ve gittikçe yoğunlaşan sıcakla baş edemezken , bir de bu sivri sinekler , yakarcalarla boş bir savaşa girişmişti.

Saat beşe geliyordu. Yapacak hiç bir şeyim olmadığı için onun yanına gitmiştim. Beni gördüğünde gereğinden çok sevinmişti. Belli ki şu dayanamadığı yalnızlığına kim gelse çok sevinecekti.

Onu iki yıldır tanıyordum. Çok alelade , sıradan, hatta fazla sıradan biri gibi gelmişti bana ilk karşılaşmamızda. Çok az konuşuyordu. Sanki başka bir yerlerde yaşıyor da , gölgesi bulunduğu yere düşüyordu. Evet , bir gölge gibiydi , aslı görünmeyen bir gölge. Ama gözlerinde gördüğüm ve tanımlayamadığım o anlam beni ona doğru çekip durmuştu. Aradan iki yıl geçmesine karşın o gözlerdeki bakışın anlamı çözülmemiş duruyor. .. Dostum ,-bizimkisine dostluk denir mi bilemem - çok şeyden konuşmaya başlamıştı ama , kendiyle ilgili pek bir şey anlatmazdı. Pek umurumda da değildi ya. .. Ben öyle her şeye ilgi duyan , meraklanan biri değilimdir. Yapacak daha iyi şeyler bulamadığım için buradayım. Ve bu sıcağa karşın , sıcak çaylarımızı yudumlayıp , vantilatörün tıkırtısını dinleyerek oyalanıyoruz.

Buraya dostumu görmeye günün , haftanın belli saatlerinde gelen arkadaşları vardır. Bilmiyorum ama pek arkadaşları da sayılmazlar. Şişman , sarışın postacı öğleyin gelir. Çay , sigara içer ve işinin zorluğundan, bu işten ayrılmak istediğinden , mide ağrılarından bahseder durur. liseyi yeni bitirmiş iki genç kız gelir, bunların anlattıkları çoğu zaman değişik olur ama , ipe sapa gelmez şeylerden konuşur dururlar.

O bu muhabbetlerden hiç sıkılmaz nedense. Ben bunları düşünüp dururken birden yumruklarını masaya vurdu .

“ Yapacak hiç bir şey yok, zaman sakız gibi uzuyor ve bizi istediği her biçime sokuyor.”

Diye öfkeyle bağırdı. Şaşırdım. Daha önce o ve ben sıcaktan yakınıp dururduk. Şimdi dostumu bu kadar öfkelendirmiş ve benim de tahmin edemediğim şey ne olabilirdi?

       

Ayşen Gacan Gülbağ
1992

Bir Şiir Bir Tanka




Yitirilmiş Yeryüzü İmgeleri


boşluğun ardına saklı
korkularından kaçıyor
gül dallarını budarken bahçıvan
kış yağmurunda parkasını ıslatıyor
güzün son yapraklarını da koyuyor cebine
yitik mevsimlerin düşü kent sokaklarında
kaldırım diplerinde biten karahindibaların
sarı çiçeklerinde bahar

yağmur altında
yağmur özlemiyle susuz
kapattım sonsuz beklentinin kapılarını
küçük evrenlerden büyük evrenlere sıçrıyorum
korna sesleri arasından
duyuyorum şakrak kuşun sesini
balkondaki saksılarda yetiştiriyorum
rüzgarın attığı yabani otları
özlemleri budayıp
minik ağaçlar yapıyorum saksılarda
elma ağaçları altında değilsem de
elma ağaçları elimin altında
minyatür evrende
güdüyorum sürümü
kavalımın sesini yalnız onlar duyuyor

yitirilmiş yeryüzünün imgelerinden
kolajlar defterimde
kokusuz
renksiz
ulaşılmaz
fotoğraflar
biriktiriyorum




Tanka
“Acı bir ömür boyudur. ”  Van Gogh

                            
saçılmış sofra
duvarda köfteler-
sekiz mart günü

dolaba saklanan çocuk
büyüdü annesi oldu


Foto&Şiir:
Ayşen Gacan Gülbağ



Mektup ( Öykü)






Burası hep yağmurludur . Ağaçlar hep ıslak , hep yeşil parıldar .Gök ve deniz birbirinde yansıyıp durur . Birbirinden alır rengini .

Geldiğinizde göreceksiniz .Belki hoşunuza bile gidebilir. Yağmur her şeyin iliklerine dek işlemiştir. .Eskimeye yüz tutmuş her şeyi çabucak çürütür . Damları , taş kaldırımları pırıl pırıl parlatıp temizler .Havada her şeyin kokusundan bir damla bulabilirsiniz . Ağaçların , toprağın , ıslanmış odunların kokusundan ..

Size burasını kendi gördüğüm gibi anlatıyorum .Bu işi sizin kadar iyi beceremediğimi görüyorsunuz . ama yıllardır yaşadığım yeri anlatırken , daha önce hiç farkına varmadığım ayrıntılar gözüme çarpıyor .Hiç önemsemeden önünden gelip geçtiğim yerleri , hatta gözlerimi yere kaçırdığım kahveleri ve içeridekilerin neler konuştuğunu duyup size anlatmak isterdim. Benim anlatabileceklerimse sınırlı . Kendi bildiğim ve bilmeme izin verilmiş şeyleri anlatabilirim ancak .Oysa siz o daracık duvarların ardında tüm dünya ayaklarınızın altındaymışçasına , yolculuğuna hiç ara vermeyen bir gezgin gibi dünyayı anlatıyorsunuz bana mektuplarınızda .Sanki dışarıda olup da tutsak olan benim. İçeride olup özgür olan sizsiniz .

“ Denizi ve gökyüzünü hiçbir şeyle sınırlandırılmamış olarak görmeyi “ ne kadar özlediğinizi yazmışsınız .Ben her gün bu engin göğe ve denize boş gözlerle bakıp , baktığını görmeden geçenlerden biri sayılmasam da , bu isteğinizi sizin için gerçekleştirdim bu gün .Evimizin bulunduğu kayalık yamacın en ucuna çıktım . Gök ve deniz griydi . Yağmurun dinlenmek ve güç toplamak için durduğu bir andı . Ama dorukta rüzgar kendi müziğini yapıyor , horon tepiyor , halay çekiyordu. Hava bulut topluyor , griler koyulaşıyor , gök karanlıkla aydınlık arasında çelişkili , bir aydınlanıp bir kararıyordu .

Ve ben tepenin doruğunda , gözlerim kapalı , kollarım her şeyi kucaklamak için , sonsuz açık durdum . Rüzgar bedenimi başaklar gibi sallıyor , yalpalatıyor , ama ezmeden geçip gidiyordu. Kökleri toprağa sıkıca tutunmuş bir ağaçtım . Kollarıma az sonra kuşlar konacaktı , parmaklarımdan çiçekler fışkıracaktı . Böyle dalıp gitmiş rüzgarın kollarında dans ederken , bir şimşek çakışının gümbürtüsüyle gözlerimi açtım .Karşımda gümüşten yılanlarla kıvıldayan puslu deniz ve hızla yaklaşan kara bulutların sardığı gökyüzüyle karşılaştım . Ve ilk damlalar iri iri üstüme düşmeye başladı . Bir güzel ıslandım ruhuma dek . Onu hissettim , karşıladım , buyur ettim .Çok ıslanmışım şimdi bu mektubu yazarken bile titriyorum .Babam yeni geldi , yemeğini yiyor. Ben de masanın bir ucunda dışarıdaki fırtınanın gürültüsünden gayet mutlu , size bu mektubu yazıyorum .

Bana okumamı önerdiğiniz kitapları henüz alamadım. Onları alabilmek için biraz daha el işlerimden satmam gerekiyor . Ama biliyorsunuz bu kayalık yamaca kurulmuş evimiz henüz elektrik nedir bilmiyor . Gecelerimiz ya ocağın ışığıyla yada mumlarla , gaz lambasıyla aydınlanıyor. Ve bu ışıkta ince elişleri yapmak çok zor .Ben yapabildiğimi yapıyorum gerçi ama yanlışlıklar sabah olduğunda ortaya çıkıp işimi zorlaştırıyor .

Şimdi babam bütün gün çalışıp yorulmuş bedenini dinlendiriyor . Hiç horlamadan mışıl mışıl uyuyor. Ocakta ateşler közleşti iyice .. Yağmur evimizin damını hiç acımadan dövüyor . Şimşekler gürültülü şangırdıyor ve sık sık yıldırım ışıklarıyla aydınlanıyor . Ve ben mutluyum. Bu gümbürtünün ,bu çılgın fırtınanın içinde , kozasına çekilmiş bir ipek böceği gibi güvenli ve huzurluyum .” Bir gün kanatların çıkacak ve zorunlu olarak uçacaksınız “ diyorsunuz . Ben de o anın gelmesini ve uçmayı bekliyorum. Ama acelem yok .Nasıl olsa bir kelebeğe dönüşeceğim en sonunda . Ve yaşamı kıyısından seyretmeyi bırakıp , gerçek oyuna katılacak , rollerimi oynayacağım . Hangisinin iyi olduğuna kara veremesem de , durağanlıktan çok dönüşümün , hareketin ileriye doğru götüren bir atılımın daha yeğlenir olduğunu düşünüyorum . Bakalım dünya denilen tiyatro bana ne roller hazırlamış.



Ayşen Gacan Gülbağ

Eylül 1992

8 Nisan 2012 Pazar

Balkon Haikuları




eğer  boynunu
ağır çiçekleriyle
kokulu sümbül

başbaşa vermiş
mor sümbülle sarı nergis—
yeni bir koku

filizlenmeler—
doğa fakirinin
balkonunda

filizlendi ya—
geçen yıl çekirdekten
süren asmam da

çiçek açmaya
yetişemiyor çilek—
bahar yorgunu

gömüverdiğim
çekirdekten ağaçların
cüce ormanı

görün şenliği
çiçek açarsa bir gün
elma ağacım

ölüm uykusu-
kışın dondurduğu
küpelerimde

sardunyaları
öldüren kış acımış
gül fidanına

tohuma duran
karahindibalar
çay bardağında

paraşütünü
açmış nereye uçarsın
karahindiba


8 Nisan 2012

Foto&haiku:
Ayşen Gacan Gülbağ