26 Kasım 2010 Cuma

ANLAMLAR


Hüsran :
Orada durmaktaydı
hem geşmişte, hem şimdide
bir burukluktu yaşanmış.

Sırma :
Avuntulardı yaşamda
tutunduğumuz
sırmalanan suya bakarken
duyduğumuz haz !

Sınangı:
Bir orman büyüttük
tek tek ellerimizle
yangına sunmakla
sınandık !


(Notlar :
Hüsran : düş yıkımı, yoksunluk
Sırma : altın yaldızlı, ya da yaldızsız ince gümüş tel
Sınangı : deney, tecrübe. )


3 Nisan 2009
Ayşen Gacan Gülbağ

6 Kasım 2010 Cumartesi

HAİKULAR

I.

Havuzda balıklar
Salkım söğüdün saçlarıyla
oynuyor

II.

Kavağın biri
Yaprağını kalbime
düşürmüş

III.

Hanımelinin kokusunda
sarhoş olmuş
karıncalar

Ayşen Gacan Gülbağ


Foto: A.G.G

3 Kasım 2010 Çarşamba

Çıtlık Ağacı


















Çocuk dev çıtlık ağacından inemiyordu. Kazağının uçlarını kıvırıp, içine bir sürü çıtlık doldurmuştu. İnmesi için iki eline gerek vardı ama o zaman çıtlıklar yere dökülecekti. Hiç cebi de yoktu. Daha doğrusu hiç cepli giysisi yoktu, pantolunu annesi dikiyor, kazağını annesi örüyordu. Çıtlıkların birazını yemeye çalıştı. Ağaçlara tırmanması kolay, inmesi zordu. Kardeşlerine baktı, onlar daha tepelere tırmanıyorlardı. Onunsa gözü hiç kesmiyordu yukarılara tırmanmaya. İnmek istiyordı artık.
-" Ben incem ." diye bağırdı.Kimseden ses gelmedi. Çıtlıkları koynundan fanilasının içine doldurdu. Pantolonunun lastiğini iyice sıktı. Dökülen dökülürdü artık. Binbir zorlukla inmeyi başardı. Elleri çizildi, ayak bilekleri burkulur gibi oldu biraz, yere atlayınca. Birazdan ötekiler de gelirdi nasılsa. Zaten kendi kendine eğlenmeyi severdi hep.
Çıtlıkların birazı dökülmüştü . Kalan bir avuç kadarını da annesine götürecekti. Annesinin oturduğu zeytin ağacının altına gitti. Babası ilerde fidanları suluyordu.
-" Anne bak bunları sana getirdim ." dedi. Annesi çocuğa baktı ama görmedi. Öğlen yemeği için yere bir yaygı yazmış, çıkınlardan bir şeyler çıkarmakla meşguldü. Kafası yaptığı işlerle ilgili olmayan şeylerle doluydu. Çocuk " Anne bak çıtlık !" dedi tekrar. Anne bu kez duydu, avucunu açıp çocuğun verdiği çıtlıkları aldı. Annesi sevinmişti. Teşekkür etmek adetleri yoktu ama teşekkür yerine geçen bakışlar, dokunuşlar vardı aralarında. Çocuk hoplaya zıplaya uzaklaştı.
Bir koku vardı bu tarlada. Her gelişinde o mis gibi , bayıltıcı kokuyu duyardı. Ama yerini bulamaz, nereden geldiğini anlayamazdı. " Yine o koku." dedi kendi kendine." Bu sefer bulacağım."Fidan kuyularının üstünü örtmek için, kurumuş kargılardan yapılan örtüden şüpheleniyordu. Orayı , burayı kokladı. Değişik otları, ağaçları denedi, bulamadı. Başka bir şeye takıldı gözü. Sulanmış tarlanın su yollarındaki toprak ne güzel olmuştu. Hemen bir dal parçası aldı, kalem yapmak için. Toprağa çizmeye başladı. Bir adam, bir kadın, çitlerle çevrelenmiş dumanı tüten bir ev, içinde ağaçlar..Uzanıp giden su yolunun üstündeki bütün düzleşmiş ıslak topraklara, bir şeyler çizip durdu.
Az sonra annesi yemeğe çağırdı. Hemen koşuştular çocuklar zeytin ağacının altına. Çok susamıştı çocuk. Annesinden bir kupa su istedi. Annesi aliminyum maşrapayla, testiden su doldurdu çocuğa. Ne güzel bir tadı vardı bu suyun. Çeşmeye yaslanıp avuçlarıyla su içerlerdi hep. Böyle tatlı olmazdı, soğuk da..
Peynir- ekmek, domates, yeşil soğan, biber yediler hepsi iştahla. Babası yemekten sonra ağacın altında biraz kestirmeye karar vermişti. Annesi sofrayı topluyor, çıkınlara bir şeyler yerleştiriyordu.
Çocuk bu zeytin ağacı , çıtlıktan sonra epey alçak diye düşündü." hadi buna da çıkalım." dedi kardeşlerine.Hem inmesi de kolaydı. Zeytin ağacı çok yaşlı ve büyüktü ama, dalları alçaktı yine de. Gövdesi insanlara ürünlerini kolay sunmak için kısaydı. Elini uzatan zeytinlerini koparabilirdi. Ağaca tırmandılar sırayla. Bir ağaçtan dünyaya bakmak ne de güzeldi. Yeni bir oyun daha buldu çocuk kendine dallar arasında. Zeytin yapraklarının arkası, beyazımsı pamuksu bir biçimdeydi, hemen kazınıveriyordu ince çubuklarla. Adını yazabilir, ya da küçük resimler çizebilirdin.
Koku yine geliyordu, burcu burcu. Arasıra kaybolur gibi oluyor, bazen iyice yoğunlaşıyordu. Ağaçtan atlayıverdi hemen, alçacıkdı ne de olsa. Kokunun peşine düştü ama fidan kuyusundaki kurbağalara daldı bu sefer. Kardeşleri de koşup geldiler. Babaları anlatmıştı ; şu siyah tek kuyruklular aslında balık değilmiş, kurbağa yavrusuymuş. Kurbağaya hiç benzemiyorlardı oysa. Model model kurbağa yavrusu vardı. Burada neler yoktu ki. Bir dünya vardı içinde; suda batmayan sinekler, yeşil yeşil minicik otlar, çimenler, böcekler..İnsan bunlara saatlerce bakabilirdi, eve gitme vakti gelmeseydi.
Orada , özgürlük ve mutluluğun aynı anda varolduğu yerdeydi çocuk. Bunu çok çok zaman geçince anladı. Zamanın olmadı zamanlarda, istediğin her şeye saatlerce bakıp, inceleyip, hayran kalınırdı.
Neler vardı orada ? İlgi ve merak vardı, büyük sonsuz hayranlık ve zevk. Zaman ya da sınır yoktu, bakmak , dokunmak ve düşünmek için. Özgürdü ağaçlara çıkmakta, inmekte, koşmakta, düşmekte. Toprak düşene acır çünkü. Beton gibi değildir, yumuşaktır. Çamurlar kirletmez çünkü, onlardan tabak yapılır, pasta yapılır, köfte yapılır. Ağaçlar ana gibidir. Kollarını açar, çiçeklerini, kokularını, yemişlerini, gölgelerini sunar , hiç bir şey istemeden.
Güneş çocukları yakmaz, sarar sarmalar. Yanaklarını kızartır sadece. Isıtır, aydınlatır, parlatır. Işıklarla oynar, renklerle, görüntülerle.
Gökyüzü engindir, içinde bulutlarla, kasnaklılar yüzer. Denizsiz çocukların denizidir o. Ona saatlerce bakılabilir. Bulutları incelenebilir, rüzgarın bulutlara yaptıkları gözlenebilir. Dünyanın döndüğü bile anlaşılabilir.
Gökyüzü hep değişir, güneşli günlerde, yağmurlu günlerde, şimşekli günlerde, sabah vakitlerinde, akşam vakitlerinde..Bitmeyen bir kitap gibidir. Okunmak için üzerine hep yeni şeyler yazılıp durur.
En güzeliyse, rüzgarlı havalarda, açık gökte, hızla ilerleyen beyaz bulutların arsında uçurtma uçurmaktır. Yeşil otların arasından havalanır, uçurtmanın sırtına atlar, süzülürsünüz. Kuyruğunuz rüzgarda dalgalanır durur. İşte o an durdurulmalı, dondurulmalı, saklanmalıdır, hatıraların hazine sandığına, en değerli an olarak.
Çocuk artık bir çocuk değildir. Çocuk zaten çoğu zaman kendisi değildir. Çabucak kurtulabilir kendisinden. Bir yaprak olur, bir uçurtma olur, bir su birikintisi olur, bir toprak topağı, bir mısır püskülü olur.
Çocukluğunuzu seviniz, ne kadar acı da olsa. Onu unutmayın , saklayın, çok gerekli zamanlarda kullanmak için.
En lezzetli armutu o zaman yediniz, en lezzetli taze fasulye annenizin pişirdiğiydi.Gökyüzünün hali bir daha o zamanlardaki gibi olmadı.Bir daha hiç uçurtma olamadınız. Kendinizi kurbağa yavrularıyla bir tutmadınız. Kendinizden hiç kaçamadınız. Artık tutsaksınız kendinize. Çocuk olmayı yeniden hatırlamalısınız.

2 Kasım 2010

( *Çıtlık: Çitlenbik ağacı )
Öykü ve minyatür; Ayşen Gacan Gülbağ