18 Aralık 2010 Cumartesi

FOTOĞRAFLARIM

Photos by Ayşen Gacan Gülbağ











KÖKLER


Sigara kağıtlarına şiirler yazardı
babam
küçük yasemin demetleri getirirdi anneme
bahçelerden
mızıkalı torbasından biraları eksik olmazdı
hiç..

Acılar aldı onu
acılarda yaşıyor ölümü şimdi
yaşamı şimdi...

Bir karabasanı bir ömür boyu yaşadı
annemse
bir oğlu deliye çaldı..
alkole..
dualara sarılsa da kaçamadı şiddetten

Birinin burnu kırıldı
birinin gözü morardı hep
büyüttükleri
cehennem meleğinin elinden...

18 .12.2010

17 Aralık 2010 Cuma

İlk Tankalar


I.

Sabah güneşi
bir tokat gibi yaktı
dövülmüş ruhu

Bunca şeyden sonra
nasıl parlardı güneş..

II.

Bazı günlerde
beklerdi kadın onu
hediyelerle

İstediği tek şey
bir küçücük ağaçtı..


17 Aralık 2010

Ayşen Gacan Gülbağ

12 Aralık 2010 Pazar

İyi ki ..


İyi ki ..



Ağır bir hüzün yüklüydü bulutlar

sancısı vardı güneşin

yıkıyordu kendini köhne ağaçlar

aldatılmıştı baharlar

öyle ağırdık tonlarcasına

umut yok sandık

iyi ki , iyi ki

aldandık !


26 Kasım 1991

Büyük hüzünlerden


Büyük Hüzünlerden


büyük hüzünlerden geçiyor gemimiz

ha battı ha boğulacağız

uzun süren yaz beklentilerimiz

bahara bile ulaşamadan dondu kaldı

yıldızlı gökler yabancıymışız gibi

yadsıdı bizi , kayıp rotadayız


evlerimizde , odalarımızda

görünmeden dolaşıyor birileri

belki beklediklerimizin hayaletleri

belki terk ettiğimiz umut ölüleri


- Yalnızlık kendiyle konuşuyor -

ipin ucunu koyverdik ellerimizden

yıldız üretmiyor fabrikalarımız

avunmak olanaksız ,

avunmak yalan ..

karanlık labirentlerde tutsağız

bir yerlerimiz kırılmış farkındayız

kaybettiğimiz bir şey var ,

ne olduğunu bir türlü hatırlayamadığımız

içi boş kılıflar

sağa sola çarpıyor vücutlarımız

nereden geldiği anlaşılmayan sağanaklar altında

ıslak yaşamımız


biz bu günlere hangi yoldan geldik

ne zaman çıktı bu fırtına

yanlış notayı nereden öğrendik ?

bitmiyor yanılacaklarımız .


17 Temmuz 1991 gacan

Karanlık saat


Karanlık Saat


Bekleyişlerin karanlık saati

dayanıksız dalları kırıyor rüzgar

yaşam intihara meyilli

çıktığında kozasından yalın ayak

umutlarla düşler uzaklara kaçıyor

kim çalıyor kapıyı , kim açıyor

bilinmiyor yaşadıkları

teselliler askıda

mutluluklar hükümsüz

sevmeler yok sayılmış

bir kuruntudan başka ne ki tutsaklık

bir avunmadan başka ne ki inançlar

boşluklarımız nasıl dolacak.


25 Kasım 1991

Sana Masal



Sana Masal



yıldız düşürüyor yağmur saçlarıma
koridorlar bulutlu duvarlar devasa
yalnızlık alkoliği bir gitar ağlamakta
yakamdaki kırmızı gül solmaz sanırdım
solmuş oysa ..
çekip gitmelere kaldım , ardımdan bakmamalara
en büyük cezayı kesiyor yargıç ; -Yaşamama ...
ipin ucunda salınıyor halka bir sağa bir sola
bu son gidişim olsa diyorum
koyuyorum boşa sığmıyorum
ben kara koyunlar çobanıydım
sihirsiz kavallar üfleyicisi
yanılmışım
bir tohumun açmasıydı düşlerim
kurakta kaldım , kıraç toprakta
tutunmasızdım çoktan beri
işte son an geldi
kurtuluş bir ümit gibi yeşerdi , yeşerdi
yeşil yağmurlar gri göklerle geldi
bir masal yazın dedi , bir masalı yaşayın
bir masal olursunuz sonunda
tüm kırmızı elmalar düştü bana !

18 Kasım 1991

Çağrı


Çağrı

bir çağrı var uzaklara

sürüklemek ister beni

hep bir yerlerde unutup kaybetmişim sanki

en sevdiğim şeyleri

1990

Bulutsuz Şehre Gittin

Bulutsuz Şehre Gittin


bulutsuz şehre gittin , terk edip yağmurları

güneş hep parlak sarı yakar bozkırları

sen parlak sarı yakarsın umutları

umutları bulutlar taşır

hüzünleri yağmurlar

yağmurları insanlar ..

gittin yağmursuz şehirlere

yağmuru beklersin orada boşuna

güneşi beklerim burada boşuna.


1990

Mucize Bekler

Mucize Bekler


bir gün uyandı baktı

çiçek açtı yeşil bir saksı

o gün bir mucize gibi yaşandı

şimdi bekleyecek bir şeyi oldu

mucize bekçisine çıktı adı


O mu , boğulmayı severdi

yarattığı okyanusta

bir ölüm severdi belki

belki de bir fazla yaşam sever

Hala debeleniyor

ölümle yaşam arasında


1990

Kaos


Kaos


şiir mi bu sabaha karşı gecede

kapıları çalan

uykuları kapayıp , uyanıklığı açan

acı mı yoksa gelen

ansızsın gözyaşlarıyla sebepli sebepsiz

bu hüzün neden çöker sis gibi

neden dolar odaların evlerin içine

sokaklara neden sızar

sabaha karşı gecede

ayaklanıyor düşünceler

onlardan öte bu yoğun gri sisi

kim dolduruyor gönlüme

bir şeyler var eksik olan

fazla olan bir şeyler

özlemler mi ?

kavuşunca anlamsızlaşıveren

geride kalan acılar mı sızlıyor

bu saatte korkular mı yoksa

bekleyen az ötede

annemse “bir kaos var” diyor

“yine sende”

anlamını biliyormuş gibiyiz ikimizde ..


1990


9 Aralık 2010 Perşembe

GECE

GECE

Gecenin gözlerine baktım,

Gece benim gözlerime...

Kısa bir yürüyüşe çıktık denize doğru...

Geceyle el ele , çınarlı yolumuzda

İzinden ay ışığının, dalgaların....

Mayıs 1999

Resim : "Gece"
Kağıt üzerine tükenmez kalem

Ayşen Gacan Gülbağ


26 Kasım 2010 Cuma

ANLAMLAR


Hüsran :
Orada durmaktaydı
hem geşmişte, hem şimdide
bir burukluktu yaşanmış.

Sırma :
Avuntulardı yaşamda
tutunduğumuz
sırmalanan suya bakarken
duyduğumuz haz !

Sınangı:
Bir orman büyüttük
tek tek ellerimizle
yangına sunmakla
sınandık !


(Notlar :
Hüsran : düş yıkımı, yoksunluk
Sırma : altın yaldızlı, ya da yaldızsız ince gümüş tel
Sınangı : deney, tecrübe. )


3 Nisan 2009
Ayşen Gacan Gülbağ

6 Kasım 2010 Cumartesi

HAİKULAR

I.

Havuzda balıklar
Salkım söğüdün saçlarıyla
oynuyor

II.

Kavağın biri
Yaprağını kalbime
düşürmüş

III.

Hanımelinin kokusunda
sarhoş olmuş
karıncalar

Ayşen Gacan Gülbağ


Foto: A.G.G

3 Kasım 2010 Çarşamba

Çıtlık Ağacı


















Çocuk dev çıtlık ağacından inemiyordu. Kazağının uçlarını kıvırıp, içine bir sürü çıtlık doldurmuştu. İnmesi için iki eline gerek vardı ama o zaman çıtlıklar yere dökülecekti. Hiç cebi de yoktu. Daha doğrusu hiç cepli giysisi yoktu, pantolunu annesi dikiyor, kazağını annesi örüyordu. Çıtlıkların birazını yemeye çalıştı. Ağaçlara tırmanması kolay, inmesi zordu. Kardeşlerine baktı, onlar daha tepelere tırmanıyorlardı. Onunsa gözü hiç kesmiyordu yukarılara tırmanmaya. İnmek istiyordı artık.
-" Ben incem ." diye bağırdı.Kimseden ses gelmedi. Çıtlıkları koynundan fanilasının içine doldurdu. Pantolonunun lastiğini iyice sıktı. Dökülen dökülürdü artık. Binbir zorlukla inmeyi başardı. Elleri çizildi, ayak bilekleri burkulur gibi oldu biraz, yere atlayınca. Birazdan ötekiler de gelirdi nasılsa. Zaten kendi kendine eğlenmeyi severdi hep.
Çıtlıkların birazı dökülmüştü . Kalan bir avuç kadarını da annesine götürecekti. Annesinin oturduğu zeytin ağacının altına gitti. Babası ilerde fidanları suluyordu.
-" Anne bak bunları sana getirdim ." dedi. Annesi çocuğa baktı ama görmedi. Öğlen yemeği için yere bir yaygı yazmış, çıkınlardan bir şeyler çıkarmakla meşguldü. Kafası yaptığı işlerle ilgili olmayan şeylerle doluydu. Çocuk " Anne bak çıtlık !" dedi tekrar. Anne bu kez duydu, avucunu açıp çocuğun verdiği çıtlıkları aldı. Annesi sevinmişti. Teşekkür etmek adetleri yoktu ama teşekkür yerine geçen bakışlar, dokunuşlar vardı aralarında. Çocuk hoplaya zıplaya uzaklaştı.
Bir koku vardı bu tarlada. Her gelişinde o mis gibi , bayıltıcı kokuyu duyardı. Ama yerini bulamaz, nereden geldiğini anlayamazdı. " Yine o koku." dedi kendi kendine." Bu sefer bulacağım."Fidan kuyularının üstünü örtmek için, kurumuş kargılardan yapılan örtüden şüpheleniyordu. Orayı , burayı kokladı. Değişik otları, ağaçları denedi, bulamadı. Başka bir şeye takıldı gözü. Sulanmış tarlanın su yollarındaki toprak ne güzel olmuştu. Hemen bir dal parçası aldı, kalem yapmak için. Toprağa çizmeye başladı. Bir adam, bir kadın, çitlerle çevrelenmiş dumanı tüten bir ev, içinde ağaçlar..Uzanıp giden su yolunun üstündeki bütün düzleşmiş ıslak topraklara, bir şeyler çizip durdu.
Az sonra annesi yemeğe çağırdı. Hemen koşuştular çocuklar zeytin ağacının altına. Çok susamıştı çocuk. Annesinden bir kupa su istedi. Annesi aliminyum maşrapayla, testiden su doldurdu çocuğa. Ne güzel bir tadı vardı bu suyun. Çeşmeye yaslanıp avuçlarıyla su içerlerdi hep. Böyle tatlı olmazdı, soğuk da..
Peynir- ekmek, domates, yeşil soğan, biber yediler hepsi iştahla. Babası yemekten sonra ağacın altında biraz kestirmeye karar vermişti. Annesi sofrayı topluyor, çıkınlara bir şeyler yerleştiriyordu.
Çocuk bu zeytin ağacı , çıtlıktan sonra epey alçak diye düşündü." hadi buna da çıkalım." dedi kardeşlerine.Hem inmesi de kolaydı. Zeytin ağacı çok yaşlı ve büyüktü ama, dalları alçaktı yine de. Gövdesi insanlara ürünlerini kolay sunmak için kısaydı. Elini uzatan zeytinlerini koparabilirdi. Ağaca tırmandılar sırayla. Bir ağaçtan dünyaya bakmak ne de güzeldi. Yeni bir oyun daha buldu çocuk kendine dallar arasında. Zeytin yapraklarının arkası, beyazımsı pamuksu bir biçimdeydi, hemen kazınıveriyordu ince çubuklarla. Adını yazabilir, ya da küçük resimler çizebilirdin.
Koku yine geliyordu, burcu burcu. Arasıra kaybolur gibi oluyor, bazen iyice yoğunlaşıyordu. Ağaçtan atlayıverdi hemen, alçacıkdı ne de olsa. Kokunun peşine düştü ama fidan kuyusundaki kurbağalara daldı bu sefer. Kardeşleri de koşup geldiler. Babaları anlatmıştı ; şu siyah tek kuyruklular aslında balık değilmiş, kurbağa yavrusuymuş. Kurbağaya hiç benzemiyorlardı oysa. Model model kurbağa yavrusu vardı. Burada neler yoktu ki. Bir dünya vardı içinde; suda batmayan sinekler, yeşil yeşil minicik otlar, çimenler, böcekler..İnsan bunlara saatlerce bakabilirdi, eve gitme vakti gelmeseydi.
Orada , özgürlük ve mutluluğun aynı anda varolduğu yerdeydi çocuk. Bunu çok çok zaman geçince anladı. Zamanın olmadı zamanlarda, istediğin her şeye saatlerce bakıp, inceleyip, hayran kalınırdı.
Neler vardı orada ? İlgi ve merak vardı, büyük sonsuz hayranlık ve zevk. Zaman ya da sınır yoktu, bakmak , dokunmak ve düşünmek için. Özgürdü ağaçlara çıkmakta, inmekte, koşmakta, düşmekte. Toprak düşene acır çünkü. Beton gibi değildir, yumuşaktır. Çamurlar kirletmez çünkü, onlardan tabak yapılır, pasta yapılır, köfte yapılır. Ağaçlar ana gibidir. Kollarını açar, çiçeklerini, kokularını, yemişlerini, gölgelerini sunar , hiç bir şey istemeden.
Güneş çocukları yakmaz, sarar sarmalar. Yanaklarını kızartır sadece. Isıtır, aydınlatır, parlatır. Işıklarla oynar, renklerle, görüntülerle.
Gökyüzü engindir, içinde bulutlarla, kasnaklılar yüzer. Denizsiz çocukların denizidir o. Ona saatlerce bakılabilir. Bulutları incelenebilir, rüzgarın bulutlara yaptıkları gözlenebilir. Dünyanın döndüğü bile anlaşılabilir.
Gökyüzü hep değişir, güneşli günlerde, yağmurlu günlerde, şimşekli günlerde, sabah vakitlerinde, akşam vakitlerinde..Bitmeyen bir kitap gibidir. Okunmak için üzerine hep yeni şeyler yazılıp durur.
En güzeliyse, rüzgarlı havalarda, açık gökte, hızla ilerleyen beyaz bulutların arsında uçurtma uçurmaktır. Yeşil otların arasından havalanır, uçurtmanın sırtına atlar, süzülürsünüz. Kuyruğunuz rüzgarda dalgalanır durur. İşte o an durdurulmalı, dondurulmalı, saklanmalıdır, hatıraların hazine sandığına, en değerli an olarak.
Çocuk artık bir çocuk değildir. Çocuk zaten çoğu zaman kendisi değildir. Çabucak kurtulabilir kendisinden. Bir yaprak olur, bir uçurtma olur, bir su birikintisi olur, bir toprak topağı, bir mısır püskülü olur.
Çocukluğunuzu seviniz, ne kadar acı da olsa. Onu unutmayın , saklayın, çok gerekli zamanlarda kullanmak için.
En lezzetli armutu o zaman yediniz, en lezzetli taze fasulye annenizin pişirdiğiydi.Gökyüzünün hali bir daha o zamanlardaki gibi olmadı.Bir daha hiç uçurtma olamadınız. Kendinizi kurbağa yavrularıyla bir tutmadınız. Kendinizden hiç kaçamadınız. Artık tutsaksınız kendinize. Çocuk olmayı yeniden hatırlamalısınız.

2 Kasım 2010

( *Çıtlık: Çitlenbik ağacı )
Öykü ve minyatür; Ayşen Gacan Gülbağ

22 Ekim 2010 Cuma

ÇOCUKLUK MİT' LERİ



























- Kendir kasnaklı uçurtma ( kasnaklı), ağaca kurulmuş salıncak, ağaçlarım ; çıtlık, erik,zeytin,incir, portakal, turunç..

-Sokak çeşmeleri, tepeler, ovalar, toprak ova yolları, çakır dikenleri, böğürtlenler, tarlalar, tarla kıyılarındaki püsküllü darılar,darı közlemeleri, sulama yolları, fidan tavaları, tüm jenerasyon kurbağaları barındıran küçük sulama havuzları, uzun iç çamaşırlarıyla ilahiler söyleyerek çapa yapan dedem, tabak kadar domatesler, dev lahanalar, biberler, patlıcanlar, toprak kokusu, bereketi, Cuma pazarında futalı baba..

-Semiz otları, ayrık otları,kengerler, çocuk sokak savaşları, yazın yalın ayak gezmeler, bahçeli evler, duvarlarda yetişen incir ağaçları, hortlaklı " Eski Ev", kapı koşşumuz "Şehir Sineması", üç flim birdenler, klinkler, Battal Gaziler, Kara Muratlar, hayaller, duvar kovuklarında korumaya alınan ekmek parçaları, kapıyı çalan her yabancıyı
" Hızır"  sanmalar, bu "Hızır"lara sunulan sular, armutlar, ikramlar, arnavut kaldırımlı kapı önlerini her gün yıkamalar, çulaki serip her gece kapı önlerinde sohbete oturmalar, yollardaki taşları üşenmeden kıyılara çeken ihtiyarlar, üj bej diye konuşan göjmen komşular,limon ağaçlı rum evleri, yakınlarda çalışan her işçiye çay , yemek sunmalar...

-Sarı sokak lambaları, sarı sokak lambaları altında gece oyunları, koyunlar önde biz arkada otlatmaya gitmeler, sarılop incirler, ahlatlar, çiçeğe durmuş armut ağaçları, mor , kırmızı, beyaz anemonlar, gelincikler, papatyalar, Sultan Nevruz'lar, bahar kokuları,salep orkideleri, çiğdemler, papatyadan örülmüş taçlar, soğan kabuğuyla haşlanmış renkli yumurtalar, bahar bayramları...

 -Çivit boyalı evler, civit mavi taş avlular, gaz tenekesi saksılar, bunlarda yetişen bin bir çeşit çiçek, zıptıkçılar, tırnak çiçekleri, kelebek cenanları, ebruli hanımeliler, sardunyalar, begonyalar, tüller,kadifeler, fesleğenler..

-Avludaki kavaklar, kavakları kemiren tavşanlar,yeşil başlı ördekler, ördek yavruları, civcivlikten yetiştirdiğim rengaren horozum, sakız koyunları, toskan koçlar,marazlı yavrular, doğururken ölen koyunlar, arabaların altında kalan kediler, gidip bir daha dönmeyen köpekler, avluda kaybolan kaplumbağam...

-Takırtılı at arabaları, at arabalarıyla taşınıp kapı önlerine dökülen tahta parçaları, kömürler..bunları eve taşımalar, sobalar, soba başındaki postakiler,yer minderleri, kestane kebaplar, mandalina , portakal kabukları, kömür kokulu dumanlı kışlar..

- Yoldan geçen dev cüsseli, körük çizmeli atlılar, tüfekli korucular, kuş avına çıkan babalar, babalara kuşları vurduğu için kızan anneler, cizgili peştemal kuşanan nineler, iğne oyası işlemekten iki büklüm olmuş komşu teyzeler, iğneler, iplikler, kör makaslar, tığlar, şişler, Burda dergileri, prova, teğel, sarhoş bacağı, el yapımı entariler, bayramlıklar,kazaklar, hırkalar.. Ev gezmeleri, misafirlikler, cizgi romanlar,Tarkan, Conan,Mandereke, Kızıl Maske,Mister No...

 - Tütün, tütün kokusu sarmış sokaklar, tütün balyaları, tüccarları, depoları, tartıları, ovaları, çiçekleri, çardakları, tapaları, şişleri, katranları, sergileri, işçileri..Ağaç gölgelerinde bekletilen su testileri, çam künarları, kebapları, kokuları...Düğünler, taze fasulyeler, nohutlar, lokmalar, keşkekler, Harmandalı'lar...

 -Kenger avları, ısırganlar, bulunamayan dört yapraklı yoncalar, çıtlığın tadı, tırmandıktan sonra inilemeyen ağaçlar,akşam sefaları,akşamüstü çiçekli avlular, avluların, çiçeklerin sulanması, yayılan toprak ve çiçek kokusu...

 -Mangalla ısınan odalar, divan altından çıkarılan kahve sepetleri, mangalda pişen kahvelerin kokusu, kaminotalar, gaz ocakları, nohut kahveleri, yengemin Anka Kuşlu, dev analı masalları, yıldızlı geceler, avluda uyunan deprem geceleri, damda sabaha kadar tepişen koyunlar,gübre kokusu,yüzlerce kara sinek, okul ayakkabılarımızdan çıkmayan koyun gübresi, mum ışıkları, karartma geceleri, gaz lambasıyla ödev yapmalar, kırağı, kırç, ayaz, soğuk yalamış çocuk elleri, yüzleri.. Bitmeyen yağmurlar, kırk ikindiler, yağmur kokusu, yağmuru sevmeler, yağmulu havalarda eve en uzak yoldan gelmeler, dolu, şimşek, fırtına, gökyüzünün renkleri, rüzgar, rüzgarın sesi, rüzgarın ağaçlardaki sesi...ilk romatizma ağrıları...

 -Her yıl avludaki aynı kovuğa yavrulayan kumrular, yavrulara uçuş dersleri, komşu bahçedeki dev portakal ağacı, Sabriye Teyze'nin portakalları bizim bahçeye atması, kahkahası, tok sesi, koyunlara çalınan blok fütler, kerpiç duvarlardaki çatlaklar, çökmek üzere olan ama hiç çökmeyen tavan, mutfaksız-tuvaletsiz-banyosuz- çeşmesiz-masasız evimiz, avludaki gökyüzü manzaralı hela, yalıtımsız tuğladan babamın yaptığı küçük havuz..Erguvan rengi çocukluk gökleri..


20 Ekim 2010
Ayşen Gacan Gülbağ