30 Ocak 2011 Pazar

Basit Sorular


Şiirde anlatılmaz doğrular… İnsan aklıyla yüreğini birbiriyle bileyler, o anki doğrusunu kestirir sadece. Doğru bir süre sonra yanlış da olabilir. Yok oluyor her şey, tutunamıyoruz. Miras bırakmaya çalışmamız o yüzden. Bir süre daha unutulmamak için. Yazarak, çizerek, yaparak... Oğullarımız, onların oğulları, insanoğulları unutmasın diye…

Unutulmamak, ama neyle? Yaşamıyla, eserleriyle, söyledikleriyle mi? Umudu aktarmak için belki de… Direnmenin yöntemlerini göstermek için…

Şiir şimşek eker göğümüze. Maltız oynatır. Zaten bizdekini bize gösterir. Yaşama anlam vermek için, eğilir şiir haritalarına bakarız. Hangi yol umuda gider, hangi yol ölüme? Şiir felsefenin sihir halidir. Ayırdına varmaktır yaşadığının ve bütün ruhların kardeş olduğunun…

İnsanın bütün çabası boşuna mı? Ya bütün bildiklerimiz eksik ve yanlışsa?

Yaşama sanatı en zor sanattır. Öğrenmesi zor, öğreteni az. Şair bir şey veriyorsa sevgisindendir. -Sevmeyen kendine saklar, biriktirir. – Emeği takdir edilmese de, günün birinde alan çıkar, öpüp başına koyan. Ondan birkaç sözcüğü alıp, göğsüne takan. Almayana da verilemez zaten. Hediye almayı herkes beceremez.

Evlerimiz gibi, gönlümüz de artık dar. Atalarımız gibi açık alanlarda yaşamıyoruz. Dar mekânlara kilitlenmişiz. Gündüzü- geceyi saatlerden öğreniyoruz. Kuşluk vaktimiz yok! Hâlâ kuşlar, o saati haber veriyor sabahları… Güneşin doğduğunu ve battığını görmeden biliyoruz. Umurumuzda da değil. Oysa güneş altın ışıklı tanıyla gelip üzerimizden geçiyor ve mor dağların ardında batmaya devam ediyor. Gece yine yıldız halısını serip, ay dedeli atlasını yayıyor. Biz se “ saat yedi, kalkalım artık, saat 12 yatalım artık...” diyoruz. Yerle de gökle de bağlantımız kopmuş. Birkaç çocukluk ya da gençlik anısında yaşatıyoruz onları… Rüzgârı, yağmuru, fırtınayı, karı, güneşi savacak düzeneklerimiz var. Hükümsüzleştirdik onları… Mevsimler ilkokulumuzdaki tablolarda kaldı…

Günün akışını anlayamayan, yaşadığını nasıl anlayacak? Pencere yetersiz, hayata bakmak, akmak için. Odalarımız, ofislerimiz yapay ışıkla aydınlatılmış. Beynimizde güneş doğup batmıyor. Göğümüzden ne bir bulut geçiyor, ne bir şimşek çakıyor. Yaz tatilinde birkaç gün batımı görüyoruz, şanslılardansak. İşe giderken, unutmuşsak şemsiyemizi, ıslanıyoruz biraz. Dışarıdaki delikanlı bahar kanımızı kaynatsa da, mesai saatinin bitimini bekleyip, evlerimizin uzun yolunu tutuyoruz. Hep bekliyoruz; hafta sonunu, yıllık izni, yaz tatilini, bayram tatilini…

Oysa sayılı gün çabuk bitiyor. Bütün tatiller az geliyor, kısa geliyor… İstediğimizi yapamamışız, beklediğimize değmemiz. Dinlenememişiz, kendimizi dinlememişiz, hazır değiliz yeniden katılmaya bu döngüye…

Doğadan uzaklaştık, kendimizden de, birbirimizden de… Nasıl ısınacağız, boşluğumuz nasıl dolacak, neyle avunacağız? İnsanlığın hazinesine geri döneceğiz, kitaplara, şiirlere, resimlere… Boşluğumuzu doldurup, taşacağız, başkalarının boşluğunu doldurmak için sevgiyle…

30 Ocak 2011

Ayşen Gacan Gülbağ

Fotoğraf : Ayşen Gacan Gülbağ