15 Nisan 2011 Cuma

Mandalina Çiçekleri ( Öykü )



Sabah güneşi yattığım odaya girip , yatağıma gelmiş , beni uyandırmıştı. Pencereye gidip camların hepsini açtım. Olağanüstü bir cıvıltı , parlaklık , renk cümbüşü bütün duygularımı uyandırdı. Mis gibi mandalina , limon çiçeği kokuyordu hava. Aşağıdaki kısa boylu harika ağaççıklar tümden çiçeğe kesmişlerdi. Parlak yeşil yaprakların arasından beyaz çiçekleri sanki “ biz buradayız , meyveye durduk , meyveye durduk !” diye cıvıldaşıyor ve herkesi bundan haberdar etmek için kokularını saçıyorlardı ortalığa .
Güneşle uyandım. Oysa daha düne kadar çalar saat çıngıraklarıyla , öf leye püfleye ,yataktan çıkmamak için bin bir bahane bularak zorla kalkardım. Bu gün henüz sabahın yedisi ve günlük güneşlik harika bir dünya sesiyle , kokusuyla , ışığıyla beni uyandırıyor. “ Haydi kalk uyanmanın tam saati , yaşam başladı.” Diyor. Ve bu çağrıya hemen yanıt veriyorum .Gökyüzü masmavi ,,aydınlık ve dünya baharın hamarat elerinde doğum yapıyor. Şarkılarla türkülerle çiçek açıyor , meyveye duruyor, göveriyor, yeşilleniyor. Allanıp, pullanıp salınıyor , dans ediyor.
Alt kata inmeden alelacele yıkanıp , giyindim. Durmaya gelmezdi. Dışarıda, çok eskiden  çocukluk çağlarımdan bildiğim bir dünya beni çağırıyor ve ben onu kucaklamak için sabırsızlanıyordum.
Ev sahibi benden çok önce kalkmış ,konuğuna harika bir kahvaltı hazırlamıştı. Kocası da kasabadan yeni fidanlar satın almak için yola çıkmıştı bile.
Mis gibi çayım , zeytinim , ev sabim Melahat teyzenin elceğiziyle yaptığı peynirim , pekmezli tahinim , mürdüm eriği reçelim .. Daha ne diyebilirim cennet sofrası . Biraz sohbet , biraz çay keyfi, havalar sular ..Melahat  teyzenin de benim de yapacak çok işimiz var.
Alelacele sofrayı topladık. Gerçi misafire iş yaptırmazlar buralarda . Ama ben misafir değilim. Burada kısacık bir süre kalacak olsam da yaşadığımı , buralara ait olduğum hissediyorum. Melahat teyzenin yumuşacık yanaklarına öpücükler kondurup , kahvaltı için teşekkür ettim ve dışarıya fırladım.
Eşikte durdum kaldım. Yine mis   gibi mandalina çiçeği kokusu. İçimdeki kafesin kapısını aralayıp bir iki kuş uçuşuverdi. Bu köy , bu dünya ben başka yerdeyken de buradaydı, ve ben bunca güzellikten yoksun , habersiz yaşadığımı sanarak gezinip duruyordum.
Önümde yeşilli beyazlı bir deniz uzanıyordu. Mandalina , limon , portakal ağaçları .. Pırıl pırıl yaprakları ve misler saçan şirin çiçekleriyle .. Bahçeye koştum ve ilk rastladığım ağacın gövdesine sarıldım .Kucaklaştık , koklaştık , selamlaştık .. Ben onun çiçeklerinden , o benim gözlerimden öptü.
Ama şimdi İstanbul’dayım...  O güzelim yerden getirdiğim bir avuç narenciye çiçeğini koklayıp , işyerinin puslu camından dışarıya bakıyorum. Pis bir yağmur hastalıklı , hastalıklı yağıyor. Grilerden örülmüş şehrin tüm renkleri... Masamda içi izmaritlerle dolmuş pis bir kül tablası. Midemde yanmalar , ağrılar... İçimde hüzün , umutsuzluk .O mis kokulu günü düşünüp , oksijeni azalmış havayı boşu boşuna koklayıp, o bahar sabahını tekrar yaşamaya çalışıyorum.
Buzdolabına gidip bir bira alıyorum. Avucumda kuru mandalina çiçekleri , masamda acı biram ve izmarit dolu kül tablası ve ben az sonra inecek akşamı karşılıyoruz. Efkar bir sis olmalı .Bu şehri saran , kirli , paslı dumanlı bir sis ..Şehri akşamla bu sis , bu efkar basıyor. Yüreğimden havalanmış bir kaç kuş gerisin geriye kafesine dönüyor. Yeniden uçacakları gün gelinceye dek , burada , yüreğimde tutsaklar ...


Ayşen Gacan Gülbağ



2 yorum:

fmekici dedi ki...

Narenciye çiçeklerine bizim memlekette, "göbülek" denirdi.
İlkbaharda çaya iyi gül yaprakları eklenir güllü çay olur, portakal, kebbat, turunç, limon ağaçlarının altından toplanan narenciye çiçekleri de aroması için de çaya katılır.Keşke sen de eve gelince o çiçekleri çayına katsaydın...
Gittiğin yeri merak ettim.
Gitmekle çok iyi yapmışsın
Semra Toprak

fmekici dedi ki...

Ikinci "de" fazla olmuş :(