15 Nisan 2011 Cuma

Kum çölünde rüzgar ( Öykü )



            Bir cam fanusun içindeydim önceleri .Bir cam fanusun ardından seyrederdim gelip geçenleri . Bu durağan yaşantımın kıpırtısızlığında , büyük özlemler büyütmüştüm kendime . Aklımın engin düş gücüyle beslendikçe fanusun duvarlarını zorlamaya başladılar .
            Oysa bana hep derlerdi ; “ Burada sakin , huzurlu ve güvenli bir hayatın kucağındasın. Mışıl mışıl uyu ve zararlı düşünceler büyütme aklının toprağında .” Dışarıda derlerdi ; “ Keskin bir fırtına sürükler seni bir kum tanesi gibi bir diyardan öteki diyara .. “
            Bilmezlerdi ki öteki diyarları düşler dururdum geceleri , gündüzleri ... Fırtına neymiş meraklanır dururdum , güneş nasıl yakardı kızgın çölleri ve rüzgarın omzuna konmuş bir kum tanesi nasıl geçerdi engin denizleri ... 
Bir gün , tüm özlemlerim öğle dallanıp budaklanmışlardı ki , çatlatıverdiler tepemdeki dar çerçeveyi ..
Hem çok korktuğum , hem de özlediğim an gelmişti. İlk şaşkınlık , ilk derin soluk alış , dış dünya ile ilk karşılaşma .. Sarhoş olmuştum. Her şeye hayretle , şaşkınlıkla bakıp geziyordum.
Çok sürmedi bu sevincim. Benim gibi fanus altında yaşamlar sürdüren bir sürüyle çevrili olduğumu anlamıştım . Buradan kaçıp çok uzaklara gitmeye karar verdim .
Hareket etmek güzel şeydi , özgür olmak güzel . Bir süre böyle başı boş gezip durduktan sonra bir umutsuzluk çöreklendi üstüme ve gitmedi. Anladım ki bir amacım olmadıktan sonra özgürlüğümün hiç bir değeri ve yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Ha fanus altında yaşamışım , ha serserice gezip durmuşum.
Bu düşüncelerle geze dolaşa şehrin çıkışına gelmiştim ki , boğuk çatallı bir ses beni iliklerime dek irkiltti. Döndüm ve korkuma karşın baktım . İhtiyar ama korkunç heybetli bir dilenci beni çağırıyordu .Yanına gittim ve gözlerini gördüm. O zaman anladım ki ; o da fanusunu kırıp , benim gibi yola düşmüş birisi ...
Ve böylece başladı büyük yolculuğumuz . O nereye gitmesi gerektiğini biliyordu. Bana da söylemesini istedim.
“ Neneye gitmeli ? ”O da bana ;
“ Her herkesin gitmesi ve bulması gereken şey birbirinden çok ayrıdır .Bildiğim bir şey var ki ; benim gittiğim yol da yürüsen de bulduğun şey benimkinden çok farklı olacaktır. “
Yürüdük ; şehirleri , ırmakları , vadileri , dağları geçtik .Gün geçtikçe çoğaldık .Gökyüzünde yörüngesiz dolaşan meteorlardık. Herkezin kendisinin çobanı olduğu bir sürüydük .
Ve bir gün ; ıssız bir dağ başında , yıldızlı akşamın altında ateşimize sokulup söyleştikten sonra her kez uykusunun sıcak yorganına sığınmaya gitmişti .Ben düşünüyordum . Biz , hepimiz bu kervanı oluşturanlar  özlemlerimize doğru yol alıyorduk . bir çoğumuz ayrılıyor , bir yerlerde bir şeyler buluyordu .Bir çokları da arayışlarını sürdürmek ve acılarını dindirmek üzere yanımızda kalıyordu . Ben küçük fanus yaratığı ,hala gezip durmaktaydım  bana göre sonsuz olan yer yüzünde .Özlemlerim dinmemişti ama eski kudurganlıkları durmuştu .Yollar onları bana yaklaştırıyor muydu , uzaklaştırıyor muydu ?
Ben belki de bir kum tanesiydim. Rüzgarın sırtına binip bütün dünyayı gezmek , görmek ve bilmek istiyordum .İnsanları ve yaşamlarını , hayvanları ve ağaçları , bulutu ve yağmuru , acıyı ve tatlıyı tanımak istiyordum .Düşüncelere ve duygulara acıkmıştım .Ve belki de bütün dünya toprakları , çölleri de benim gibi kum taneciklerinden oluşmuştu. Ve benim gibi kumların üstünde gövermişti ağaçlar , başaklar .tek başıma bir hiçtim ama milyonlarca olduğumda yeryüzünü oluşturuyordum .
Şu koca yeryüzünde benim de yapmam gereken bir şeyler vardı .Henüz bunun ne olduğunu bilmiyordum .Ama gideceğim yola ilişkin ip uçları edinmiştim artık ...


Ayşen Gacan Gülbağ

Hiç yorum yok: