18 Şubat 2009 Çarşamba

Ay vakti



Sağım solum körebe
abluka altında yüzüm
baş dönmemde yüzüyor ay
bulutlara değdirmeden kendini
itekliyor görünmez istemim yüreğimi
ne yöne gitmeli?
Yelin değip geçtiği kavak yaprakları
gibi kıvıldaşıyor iç deniz balıklarım
hem sonra kim çalabilir kapımı
bu gece vakti?
tüm misafirliklere kilitli
zehir zemberek kalesini,
tozdan kirden örümcekli
ve yorgun
kim kuşanıp zırhını
yel değirmenlerime sevdalı kim?
gece gibi koyu kanımı
dökebilir?
altın kuşlu kafesimde
kim tırmanır
balkonumdan saldığım
güneşe örgülenmiş saçlarımı

yitik şövalyem
kim dönebilir
benden başka bana geri...

çağlar kayaları çöle dönüştürürken
kentler kuruluyor en verimli vadilerime
yağmurun yere değmeden kuruduğu
tozun aç aslanlarıma ninniler sunduğu
ıssızlığım tükeniyor gürültüyle
karalar basıyor ak kağıtlar
renklerin bağbozumu yazlı yıldız gecelerinde
bir şiiri çekiyorum kuyumun makarasından
yorgun argın dinmeyen bir sancı urgan
ellerim bütün kan

baş dönmemde yüzüyor ay
bulutlara değdirmeden kendini
kim dönebilir
benden başka
bana
geri...

bulut bastı gecemin fenerini
bir at sineği tavaf ediyor
varoluşun çemberini
süpürgesi elinde göğün temizlikçisinin
sürüyor bulutları aya doğru
ay vermiyor oysa
kendinden başkasına
kendini

yanmıyor çıram ateş sektesi
kabil mi dumanla oynamak
Habil mi ey kedi
tutabilmek zamanın düşten ilmeğini
bir bir söndürdü ışıklarını “ meçhule giden gemi “
kabil mi gölgesiyle oynamak kalemin
bir gece vakti
teslim bayraklarını çekmişken
kuşatmadaki yalnızlık kalesi

dokunaksız anlar kütüphanesi
girdiğim kendi kapımdan içeri
teslim aldığım köhne ihtişam
bitirip bitirip yeniden bitirişe başlatan
amansız gaddarım zaman
bininci kezdir kuşattığım ve aldığım
kendi kalem, kendi şahım, kendi matım
yel değirmenim
her zaferimden yeni bir anlam uman
yenik şövalyem
kim dönebilir
senden başka
sana geri?

mavi mi siyaha çalar siyah mı
maviye gecede
gündüzler değil aylı geceler nedense hep dilimde
susunca gürültü dar-a-cık evrende
başlıyor içimdeki bozuk sazlı orkestra
türküsüne

masalsız geçiyor ömürler artık
Anka kuşları göçte
yağmur bile şiirini sakınır oldu benden
neden
vermeden giden; söyle bana aklımın
azgın suları yükselince boğulamıyorum
bir yel var hiç bir şeye aldırmayan
sakınmayan kendini sunan her şeye..
söz pıhtılaştı, akılsa..... pelluze
iyice yaydı, yan gelip yattı, çamurlara battı
yürek naçar, na.çar..

kavgayı hak eder bir aşk yaratmadı
henüz kibelem
ama her zaman ki gibi gebe
tombulluğunu gizlemek için
uydurmadıysa eğer

Ey
eğer, meğer
söyle
dün mü büyüktür yarından bugün mü
bir taş değdi kafatasımın karga sürüsüne
hepsi ödlerini bırakıp havalandı
ödlekler, ödsüzler, bütün ödlerin acısını
bana bırakıp kaçtı
ben eski zehir uzmanı
panzehir simyacısı
yer miyim be!
kendi şifamı kendim kaynatırım
kazanımda her kangrende
hafife almayın
kırk kiloluk ağırlığımı yeryüzünde

aylı gecede
söyle bre kafir zındık
söyle de içelim çayımızı
şarap niyetine...

Ağustos 1997


Ayşen Gacan Gülbağ

http://www.scribd.com/doc/51895896/AY-VAKT%C4%B0-Ay%C5%9Fen-Gacan-Gulba%C4%9F-Poems

Hiç yorum yok: