Zihnimin incecik kökleri
uzanıyor hafızamın en derin toprağına
bulup çıkarıyor bu günmüş gibi
çok sevgili
çok acı
çok uzak
ve özlenen hatıraları…
ve yine yerleşiyor karnıma
huzursuzluk yılanı..
geçmiş bu günde mi yansır
hala mı sorular..
bunca zaman geçti
bir sürü sular geçti
bir sürü prenses ve Anka kuşlu masallar…
belirsizlik ve bilememek gelmekte olanı
gelecek kaygısı mıdır?
yağmur sıkıntısı mıdır toplanan bulutlar …
hiç tamamlanamayandır yaşam..
hep eksiği kalır
bir sabah ansızın çıkagelir
hiç seçmediğin bir yolun
keşkesi…
20.06.2007
27 Şubat 2009 Cuma
Hatıralar
18 Şubat 2009 Çarşamba
Aykırı
aykırı yollardan gitmeyi sevdim hep
kimseler görmeden duymadan
hafif esintilerde uçardım karlı dağları
yalızlığın tak ettiği saatlerde
düşüncemde “ kıvılcım yılanları “
kaçış yok labirent tıkalı
“ asumana yükselmek ve gülmek “ isteyen “martı “
kanattı kanadını
sustu cıvıltı, hoplatmış yüreğini
uçurmuş aklını
bir şarkı dolalı diline
“ tadı yok sensiz geçen ne baharın ne..”
yazın! ki çıksın zehri aklın
unutuşa kapı açsın itirafın
pan zehri bulunana dek yaşamın.
Ayşen Gacan Gülbağ
Photo: Ayşen Gacan Gülbağ
Renksiz
öyle geniş gökyüzü, yeşile dönük yağmurda
sen öyle bulutlu mavi dağ dumanlarınca ağır
ben yapayalnız kar aydınlığında sütbeyaz
gecelerin eflatun duygularını besliyorum
gündüzler sazsarısı saman çöpü
eksik renklerin arayıcısıyım
yitiklerin mezar kazıcısı
boş kalmış renk paletim
sadece
siyah ve tonları!
22 Ekim 1991
Ayşen Gacan Gülbağ
Kaplumbağa
doğrulardan ve yanlışlardan ırakta
çok uzakta,
gök yada yakut bir suda yaşardı
kaplumbağa
bir masal sanılan ömrü boyunca
izler bıraktı mutluluğundan
bulmak isteyip arayanlara...
kimisi için kesik kesik bir sayıklama
kimisine göre kısır döngüde bir halka
okyanus çiçekleri açan bir ova..
tüm aynalar parçalandı sonunda
bir sorular yığını kaldı sana
tüm sözleri kullanacak kadar cesur olsana
biçim değiştiriyor her şey
gözlerimizden içimize süzülen dünyada
bir yalnızlık duygusu kavakta
ve tüm çiçek saksılarında
gidenlerin ardında kalanlarda
ve buruk şarapları günün
bulamaç kardı kitaplar aklımızda
tükendi esinti, giden esintiyle gitti
kendini uçurtma sanan
son bir sözüm kalmadı sana
her an akıyorsa dünya ve sen her an akıyorsan
nedir değişmeden kalan
ve yıllar öncesinden biriktirilmiş
anılar koleksiyonundan
nedir ki yeni olan
bulup çıkarsam, kullansam
Son bir sözüm kalmadı sana
bir gün çıktığımda kozamdan
rastladığımda sana
tanımam.
Ayşen Gacan Gülbağ
Yağmur Delisi
bir yağmura tutuldu aklım kaçamam
ıslanır mıyım
güneşin tüm renginin solduğu yağmur günlerinde
yorgunluğumu çoğaltır mı duman altı odalar
yeşil gözün yaprağını yiyor karıncalar
akılımın bozguna uğramış bahçelerinde
in ile cin el ele tutuşmuşlar
korkuyorlar
bir kıvılcımı saklıyor muyum hala
ateşlemek için, sabah aydınlığında
karanlığında gecenin sayıklıyor muyum
tüm delileriyle beraber
Ayşen Gacan Gülbağ
Baştan kara
İmkansız aşklara dair..
Cam Güzeli
cam güzeli penceresinde
gelip geçenler beklemedikleri
bilmez ki
var mı beklediği
cam güzeli eskiden allı morlu giyinirdi
şimdi
saz sarısı, saman çöpü
rengi
yağmurlu havalar en büyük zevki seyri
ıslak yeşil ağaçlarla, yağmurun ipleri
sarmaş dolaş çoğaltır hayalleri
rüzgarın her zaman vardır
uçuşturacak bir şeyleri
mevsim de kışsa
sokaktaki her şey çoğaltır hüzünleri
cam güzeli hep aynı anı yaşar
durdurulmuş saati
bilmeden bekler bir şeyleri...
Ayşen Gacan Gülbağ
Su Gibi
Aşk bir su gibi akıyor
küçük adımlarımın altından
tozlu yolumu yıkayarak
yol gösteriyor bana
ara sıra ;
elimi daldırıp suya
dudaklarımı ıslatıyorum
suyun akıl almaz sadeliğindeki
muhteşemlikle
arınıyor yüreğimdeki bir leke
akılımın minik kuşlarından biri şakıyor
neşeyle
ben el sallıyorum bu gece
dolunaya
alnından öpüyorum onu
sevgiliye ulaştıracak sözcüklerimi
biliyor ,biliyorum seviyoruz
ikimiz de ..
1998
Ayşen Gacan Gülbağ
AY YANGINI
Gecede girdim denize
ayda kurudum ,yandım
bir kaç taş aldım yanıma
dağ yollarından
bir de sarı çiçekler
gecenin saçlarına kondurmak için
senin saçlarına kondurmak için
yıldız yağmurundaki göğe
karanlıkta denize benzeyen ovalara
baktık birlikte
bir kuraklığı yaşıyorduk
uzun , kuru bir mevsimi
çöl kumunda fallar bakıyorduk
bir iz suya dair
büyük susuzluğun ateşinde
seraplar görüyorduk aşka dair...
Hiç bir iz yoktu aradıklarımızdan
büyük ve sükunlu gecenin
orkestrasındaydık
dalgın ve kederli
Gecede ilerliyorduk
giyinik ve uzak birbirimizden
rüzgarı arıyorduk her dönemeçte
Ay’ı bulmuştuk çünkü
dolunay eriyip çürüyordu ellerimizde
yanıyordu yüzümüz
beyaz bir gecenin aleviyle
13 Ağustos 1998
Ayşen Gacan Gülbağ
Suçlama
kendi sorularıma kendi cevaplarım var hep
hazırdan yedim yetmez olana dek
baktığım yüzler ve konuştuğum kitaplar
kapalı durdular bu yüzden
almadım sırlarından bir damla
tatmadım yeniliğin ilhamını
tek ben yaptım kanunumu kitabımı
asi güya inatçı
sadece kendine direnen
bir yobaz at gözlüklü
yalnızlık kalesi dediğin
sevgisizlik duvarı
çık dışarı !
2 Ekim 1998
Ayşen Gacan Gülbağ
BURGAÇ
Burgaçlar var , gönlüm bulanıyor
bir telaş yürek odalarımda
birileri bir yerlere koşuyor ;
beklenti ; bir duygu sadece
neyi , neden , niçin bilinmiyor
Tanımsız bir durağanlık , suskunluk
ardında
görünmez bir volkanın kabarışını gizliyor.
Yarın yağmur yağmayacak
tek bildiğim bu dünya hakkında
burgaçları bir de duyuyorum
karnımda kıvıldaşan yılan sürüsünü
bir şeyler olacak çok yakında
bir patlama , saçılma
big bang
ve yayılma
huzur olacak belki ondan sonra
ama şimdi kararsız bir nokta varlığım
nereye ait olduğunu bilemeden
burgaçların ve beklentinin suyunda
yüzüyor ,
anlamlara muhtaç
Yalın bir söze , sağlam bir taşa
muhtaç
bir emri bekliyor , bir atılımı
bir boşaltımı
kasırga gelecek belli ki
düzen değişecek
yeni kasırgalarla !
12 Ağustos 1998
Ayşen Gacan Gülbağ
Sorular
benim oyuncağım hani ?
kim avutur beni ne oyalar
boşa akıp giden umutsuz zamanı ...
İş dönüşleri kime sarılır , avucumun son sıcağı
iç denizleri kurutulmuş ülkemin , kim verir
sararmış fidanına bir damla can suyunu
ağır aksak İstanbul yağmuru hüzünden başka neyi sular
hangi barajlarda birikir geleceğin umudu ?
Soruların gölgesi , sayıklamalar mı ?
yanıtsız delinin avuntusu mu mırıltılar ?
derine kaçmış gözlerin kuyusundan
kim çekecek ipince ışığı yukarılara
acının çöreklenmiş ve kıpırtısız yılanı
zehrinden çok ağırlığın eziyor beni
korkarım kan dökecek öfkem
dişlerim sıkmaktan bilendi
ısıracak kara derinin altında yatanı
Acı yılanı bir gün yiyip rahatlayan
kaç bin canavarla karşılaşacak daha
kendi yarattığı ?
bitmeyen ve durmadan biten zaman
neleri silip süpürdü
ne canlara kıydı , ne çocuklar yuttu
tam ortasına direk çakan
zamanı bölük bölük parçalayan
baraj da kurabilir misin
bent çekebilir misin akışa
akışın durağanlığında sallanan
ve hiç bir anlam taşımayan bayrak
varlığını ne zaman sorgulayacak ?
6 Ocak 1998
Ayşen Gacan Gülbağ
Giz Buhranı (Yarın Olacak mı?)
" Her şey yazılmak için var.” İlhan Berk
Umudun elleri armut topluyorken
yağmurda zıplayan tanelerini saydım aklımın
raptedilmiş hayatın
artık berraklaşamayacak atık
sularında yüzüyor yüzüm
ellerimin delik deşik kalburunda kalan
hiçle vedalaşamıyorken
işkencelere sokuluyorum yüz bin kere itirafçı
dalgasını geçiyor aşk benimle
eşşek sudan gelinceye dek
dövülmüş ve yorgun
adımın tüm çekimleri
posamdan bir parça bırakıyorum
her sürüklendiğim yere
zehrini salıyor her gece durmadan
hain ve gaddar parmaklar
aklımın mahfazasından içeri
umut yoktur yaratılmazsa mut da..
aşkın karanlık odasındayım
ölümün fotoğrafları sırıtıyor
en yumuşak taraflarıma
giz buhranı sonbaharda
yarın olacak mı?
Ayşen Gacan Gülbağ
Başka Gökyüzünün Çocukları
Bir başka gökyüzüydü bizim olan
tanıdık bir dost yadırganmadan uyunan..
genişti içimizdeki pencereler
açıktı sonsuza
güneş içinde
havai bir bulutun sırtında yol alırdık
akşamlarımız hanımeli kokuluydu
çaylarımız tavşan kanı
yıldızları üstümüze örtmüştük bir keresinde
- hiç unutmam deprem günleriydi -
samanlarını görmüştük saman yolunun..
uzun bir kavaktı küçük bahçemizde
durmadan büyüyen,
en sakin günde bile kıvıldaşırdı yaprakları.
Uzun masallar diyarına giderdik
peri padişahının oğlu,
ve büyülü Zümrüd -ü Anka kuşu
her taşı tanırdık
altından çıkan her canlıyı
incirin sütünden
olmamışından ahlatın,
sakınırdık.
Domuz erikleri vardı birde
çalarken bahçelerden yakalandığımız
uzun sopalarımız atlarımız
dörtnala uçardık tarlalara
yalın ayak gezmeyi severdik
çırpıntılı bir gökyüzünde
kasnaklılar uçurtmayı
her çiçek bizimdi yaseminler güller
salkım söğüt akasya
tüm otlar bizimdi
kengerler, ısırganlar
bir türlü bulamadığımız
dört yapraklı yoncalar
en yakın dostumuz karıncalar
bulutlar…
saatlerce seyredebilirdik onları
aklımıza gelmese
başka oyunlar...
Şimdi tüm pencereler örtük
gökyüzü sızmıyor içeriye
arada bir perdeyi aralayıp
dışarıya bakıyoruz...
16.07.1991
Ayşen Gacan Gülbağ
Gül Yaprakları
Ben çocukken
gül yapraklarına dokunurdum,
kadifemsi bordolara
şaşarak bakardım.
Şaşarak bakardım
güzelliğine güllerin..
Güzel kokuların
peşine düşerdim bahçelerdeki
çalılıklarda,
böğürtlenlerin bu kadar
büyük ve güzel olmasına,
ve dallarına konan kelebeğin
renklerine vurulurdum,
çılgınca..
Ve sarhoş olurdum
zeytin dalları arasında
seyrederken buhur tüten ovaları..
Ve gün batımlarının pembeliğinde
seyrederdik babamla
güneşin dağlarda eridiğini
patlıcan fideleri ve lahanalar arasında
Ayşen Gacan Gülbağ
Susma !
Ay vakti
Sağım solum körebe
abluka altında yüzüm
baş dönmemde yüzüyor ay
bulutlara değdirmeden kendini
itekliyor görünmez istemim yüreğimi
ne yöne gitmeli?
Yelin değip geçtiği kavak yaprakları
gibi kıvıldaşıyor iç deniz balıklarım
hem sonra kim çalabilir kapımı
bu gece vakti?
tüm misafirliklere kilitli
zehir zemberek kalesini,
tozdan kirden örümcekli
ve yorgun
kim kuşanıp zırhını
yel değirmenlerime sevdalı kim?
gece gibi koyu kanımı
dökebilir?
altın kuşlu kafesimde
kim tırmanır
balkonumdan saldığım
güneşe örgülenmiş saçlarımı
yitik şövalyem
kim dönebilir
benden başka bana geri...
çağlar kayaları çöle dönüştürürken
kentler kuruluyor en verimli vadilerime
yağmurun yere değmeden kuruduğu
tozun aç aslanlarıma ninniler sunduğu
ıssızlığım tükeniyor gürültüyle
karalar basıyor ak kağıtlar
renklerin bağbozumu yazlı yıldız gecelerinde
bir şiiri çekiyorum kuyumun makarasından
yorgun argın dinmeyen bir sancı urgan
ellerim bütün kan
baş dönmemde yüzüyor ay
bulutlara değdirmeden kendini
kim dönebilir
benden başka
bana
geri...
bulut bastı gecemin fenerini
bir at sineği tavaf ediyor
varoluşun çemberini
süpürgesi elinde göğün temizlikçisinin
sürüyor bulutları aya doğru
ay vermiyor oysa
kendinden başkasına
kendini
yanmıyor çıram ateş sektesi
kabil mi dumanla oynamak
Habil mi ey kedi
tutabilmek zamanın düşten ilmeğini
bir bir söndürdü ışıklarını “ meçhule giden gemi “
kabil mi gölgesiyle oynamak kalemin
bir gece vakti
teslim bayraklarını çekmişken
kuşatmadaki yalnızlık kalesi
dokunaksız anlar kütüphanesi
girdiğim kendi kapımdan içeri
teslim aldığım köhne ihtişam
bitirip bitirip yeniden bitirişe başlatan
amansız gaddarım zaman
bininci kezdir kuşattığım ve aldığım
kendi kalem, kendi şahım, kendi matım
yel değirmenim
her zaferimden yeni bir anlam uman
yenik şövalyem
kim dönebilir
senden başka
sana geri?
mavi mi siyaha çalar siyah mı
maviye gecede
gündüzler değil aylı geceler nedense hep dilimde
susunca gürültü dar-a-cık evrende
başlıyor içimdeki bozuk sazlı orkestra
türküsüne
masalsız geçiyor ömürler artık
Anka kuşları göçte
yağmur bile şiirini sakınır oldu benden
neden
vermeden giden; söyle bana aklımın
azgın suları yükselince boğulamıyorum
bir yel var hiç bir şeye aldırmayan
sakınmayan kendini sunan her şeye..
söz pıhtılaştı, akılsa..... pelluze
iyice yaydı, yan gelip yattı, çamurlara battı
yürek naçar, na.çar..
kavgayı hak eder bir aşk yaratmadı
henüz kibelem
ama her zaman ki gibi gebe
tombulluğunu gizlemek için
uydurmadıysa eğer
Ey
eğer, meğer
söyle
dün mü büyüktür yarından bugün mü
bir taş değdi kafatasımın karga sürüsüne
hepsi ödlerini bırakıp havalandı
ödlekler, ödsüzler, bütün ödlerin acısını
bana bırakıp kaçtı
ben eski zehir uzmanı
panzehir simyacısı
yer miyim be!
kendi şifamı kendim kaynatırım
kazanımda her kangrende
hafife almayın
kırk kiloluk ağırlığımı yeryüzünde
aylı gecede
söyle bre kafir zındık
söyle de içelim çayımızı
şarap niyetine...
Ağustos 1997
Ayşen Gacan Gülbağ
http://www.scribd.com/doc/51895896/AY-VAKT%C4%B0-Ay%C5%9Fen-Gacan-Gulba%C4%9F-Poems
Yeşil yaprak
Uzanış
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)